Ali Ramazan DinçTasavvufTüm YazılarYazi Atlasi

SEYEHAT

  SEYEHAT

Sâdık kuLdînin zahiri, dış yönüne ait kaide ve kurallarına, inanç, ibadet ve ahlak esaslarına uyarak Şeriati; batınî, iç hukuk kurallarına uyarak, eli dili ve namusu muhafaza ederek, Allah’ın haram kıldıklarından kaçarak tarikati; kalbinden Hakk’ın dışında bütün arzu ve istekleri atarak marifeti yerine getirir ve eşi ve benzeri olmayan Rabbimize tamamen teslim olarak hakikate sefer yapar.

Alemde hareket halinde olmayan hiçbir varlık yok. İnsan, hayvan, nebat, taş, toprak, arz ve sema hep bir seyir içindedir. Bu seyir Rabbimizi tanımak, O’nu tanıtmak ve O’nu anmaktır. ‘Yedi gök ile yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu teşbih eder. Ve O’na, hamd ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat (siz) onların teşbihlerini anlamazsınız. Şüphesiz ki O, Halim (azapta acele etmeyen)dir. Gafur (çok bağışlayan)dır’ (İsra: 44). ‘Görmedin mi, göklerde ve yerde bulunan kimseler ve kanatlarını çırparak uçan kuşlar O’nu teşbih eder’ (Nur: 41).

Fahr-i Kâinat (s.a.v.)’m yanından geçtiği her taş ve ağaç onu selamlardı. Peygamberimiz (s.a.v.)’e: ‘Avucumun içindekileri bilirsen Sana iman ederim.’ diyen Ebu Cehle: ‘Avucundakiler benim kim olduğumu söylesin.’ deyince Peygamberimiz (s.a.v.), hakikati gördüğü halde iman etmeyen nasipsizin elindeki taşlar, ‘Lâ ilâhe illallah Muhammedürrasülullah’ der.

Adam: ‘Karşıdaki fidan huzurunuza gelip, Sizi tasdik ederse, ben de Size iman ederim.’ deyince, ağaç, Rasûlullah (s.a.v.)’ın önünde secdeye kapanır. Şimdilerde bir Alman Profesörün bir taş saniyede iki yüz defa hareket eder demesine karşılık, yüzyıllar öncesinde Muhyiddin Arabi (k.s.) (h. 560.): ‘Bir taş saniyede iki yüz defa Allah der.’ buyurur.

Bir tohumdan meydana gelerek yüzlerce tane, dal ve budak salan; Hakk’ı

zikrederek gelişip-büyüyen ağaç gibi, melekler de Mevlâ’yı anar. ‘Melekleri de arşın etrafını (tavaf eden) kuşatıcılar olarak, Rablerine hamd ile (O’nu) teşbih ediyorlar görürsün’ (Zümer: 75). ‘Arşı taşıyan ve onun etrafında bulunan (melek)ler, Rablerine hamd ile (O’nu) teşbih ederler ve (kendileri gibi) iman edenler için mağfiret dilerler. (Şöyle derler:) ‘Rabbimiz! (Sen) her şeyi rahmet ve ilim cihetiyle kuşatmışsmdır; artık tevbe edip Senin yoluna uyanlara mağfiret eyle ve onları cehennem azab mdan koru!’ (Mü’min: 7).

Beş vakit camiye, haftada bir Cumaya, yılda iki defa bayram namazına, ömürde bir defa olsun Hacc’a, akraba, komşu ziyaretleriyle, rızkını helal yoldan temin için maddi, insanlara faydalı olmak için manevi ticaret yapan insanın gezip dolaşmadığı bir an yoktur.

Evinin köşesinde oturan bir kimsenin bile kafası, geçirdiği günleri yâd ile, geleceğe ait düşüncelerle doludur. Geçmişte yaptığı hatalara tevbe ile, ilerdeki günlerde, öldükten sonrası için kendisine faydalı olacak amelleri düşleyerek, hep bir sefer halindedir.

Allah (c.c.)’ın, âlem-i ervah’ta ruhlara: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ sualine evet demelerinin sadakatini ölçmek için arza, oradan da ana karnına, daha sonra dünyaya getirmesi, sufilerin dilinde ‘hubût’, arza iniş olarak adlandırılması; Mürşid-i Kâmilin, rûhi kemali teminle tabilerini a’lâ-yi illiyyine, en yüce mertebeye ulaştırması da ‘uruc’, çıkış olarak ifade edilmesi bir seyahattir aslında.

Beden ve ruhla yapılır seyahat. Ruhla yapılmayan, İlâhî gaye ve maksat taşımayan yolculuk, en büyük nimet olan bu hayatı israftan başka bir şey değildir. Bu bahar mevsiminde tabiatin uyanışı, suların akışı, kuşların ötüşü bizi, pikniklerde, gezip dolaşmalarda, rehavete, tembelliğe sevk etmesin. Kışın ölen tabiat, yağan yağmur ve sıcaklarla yaşile boyandı, her şey canlanıp hayat buldu da, benim gönlüm neden marifet ve hakikat nuruyla aydınlanmadı, hayvânât bile uyandı da benim gönlüm zikir ve fikirle neden uyanmadı diye tefekkür etmeliyiz. ‘Her kim dîni sebebiyle bir yerden bir yere göçerse, bir karış da olsa cenneti hak eder ve İbrahim (a.s.) ile Muhammed (s.a.v.)’e arkadaş olur.’ buyurur Nebiy-yi Ekrem (s.a.v.). Birisi Peygamberimiz (s.a.v.)’den seyahat etmek için izin istediğinde, ‘Benim ümmetimin seyahati Allah yolunda cihat etmektir.’ Rabbimiz (c.c.) de: ‘Ey iman eden kullarım, şüphesiz benim arzım geniştir. O halde yalnız bana kulluk edin.’ (Ankebut: 56) buyurur. Müjdelenen müminleri de, ‘seyyahlar,’ (Tevbe: 112) seyahat edenler, oruç tutup, kötülüklerden arınanlar, ilim tahsili ve nefislerini ıslah için yola çıkanlar olarak haber verir Halikımız (c.c.). Gerek otururken, gerekse yatarken seyahattedir onlar. Uyurken; ruhu, arşın altında secdeye kapanan, akıl ermez âlemlerde dolaşan kâmil veliler de vardır bu gökkubbenin altında.

Gündüz, hayatı düzgün, ibadetli-taatli, aşklı-muhabbetli geçenlerin, gece hayatı da tatlı ve mutlu olur. Sır perdelerinin açıldığı anda arş u ferşi devreder bu sırlı, Hakk’ın mahremi sâlih kullar. Bayezid-i Bestâmî (k.s.)’nin kalbi, kendinden ayrılarak çıkar gider. Dönüp geldiğinde kalbi, sorar ona: ‘Bana ne hediye getirdin?’ Kalbi cevap verir. Rıza ve muhabbet. Yüksek İslam Enstitüsü’nde okurken iki otobüsü dolduracak kadar bir grup oluşturup umreye gittik. Suud vizesini alamadığımız için geri dönmek mecburiyetinde kaldık; ancak son bir ümit le konsolosluğa müracaat edildiğinde işimiz halloldu elhamdülillah. Eve girerken Üstazımız (k.s.), istirahat odalarından tatlı kelamıyla şöyle sesleniyordu bize. ‘Oğlum! Sizi geçirene kadar ne zahmetler çektim ben burada.’ İbret almak için yapılmalı sefer. Sadece yenilip, içilen, gülünüp eğlenilen mekanlarda Üstazımız Hacı Hasan Efendi (k.s.), sâdık yârânı Kılavuz Hafızla su başlarında, şelalelerde: ‘Kayaların gözünün yaşı akıyor da, bizim taş olan kalbimiz yumuşayıp, gözümüzden yaşlar boşanmıyor.’ diye satlerce yakınıp dururlar. Musa (a.s.)’nın davetine kulak vermeyen Firavunun suya gark olmasından, Hz. Nuh (a.s.)’a isyan eden kavmin suda boğulmasından, İbrahim Peygamberi ateşe atan Nemrudun bir sivrisineğe mağlup düşmesinden, Hud (a.s.)’un tebliğ için gönderildiği Ad ve Salih (a.s.)’in irşat için vazifelendirildiği Semûd kavminin kahrolmasından, ticari ahlaksızlıkla Şuayb (a.s.)’ın görevlendirildiği Eyke halkının yakıcı sıcak ve gökten yağan ateşle helak olmasından, fuhuşla yolunu şaşıran Lut (a.s.)’un kavminin taşa gömülmesinden, her şeyden ders çıkarmalı insan gezip tozduğu yerde. De ki: ‘Yeryüzünde dolaşın da (Allah) yaratmaya nasıl başlıyor?…’ (Ankebût: 20). ‘Yeryüzünde bir gezin de bakın. Bundan öncekilerin sonu nasıl olmuş! Onların pek çoğu müşrikti’ (Rûm: 42). Çocukluk döneminde, vahyin inişinde, Miraç hadisesinde Efendimiz (s.a.v.)’in mübarek kalb-i saadetleri yarılıp, gönül âleminde seyahat yaptırıldıktan sonra İlâhî nimetlere eriştirildi. Hakk’dan gelip Hakk’a gidecek insan, nefsinde, kalbinde, kalıbında, ruhunda sefer yaparsa, tertemiz kavuşur Mevlâ’ya. İnsan ve cinlerden olan şeytanın hilesini, nefsin oyununu, dünyanın geçici cazibesini ortadan kaldırarak devam edilir yola. Mecnunun, Leyla’nın çadırına varıncaya kadar, durup dinlenmediği, sağa sola bakmadığı gibi.

Taklidi imandan, ana ve babadan miras gibi gelen nançtan, canları pahasına da olsa: ‘Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir! O’ndan başkasına asla İlah olarak yalvarmayız.’ (Kehf: 14) diye Takyanus’a karşı koyan Ashab-ı Kehf’in imanı gibi bir inanca, tahkiki imana, inandığı esaslara riayetle İslâm’a, Rabbimizi görüyor gibi ibadet yapmaya, biz O’nu göremesek dahi, O’nun bizi gördüğünü bilerek ta’at kılmaya, ihsan mertebesine erme içindir insan-ı kamilin seyahati. Süfyân-ı Sevrî (k.s.), bir hacc seferinde çok ağlar, bu kadar fazla sızlanışını merak edenlere, eline basit bir ip alarak şöyle der. ‘Günahım belki bu ip kadar bile yok ama Rabbime taklidi imanla mı yoksa hakîki imanla mı kavuşacağım onu bilmiyorum.’ Süfyan (r.h.a.)’m genç yaşında beli bükülmüş vaziyette idi. Defalarca bunun sebebini sordular, cevap vermedi. Çok ısrar ettiklerinde: ‘Elli yıl irşat ile meşgul olan bir hocam vardı. Son nefesinde Kelime-i Tevhid’i okumadan imansız gitti. Bu müthiş, vahim hali görenin beli ikiye katlanmaz mı?’ dedi.

Bir sabah Ustazımız Hacı Hasan Efendi (k.s.), gülerek uyanır. Bunun sebebini soranlara şöyle der: ‘Rüyamda ölürken Kelime-i Şehadet getirdim.’ Sami Efendi (k.s.), vefatı ânmda defalarca Allah der. Yanı başında bulunanları da şahit tutarak: ‘Ya Rab! Ben seni zikrediyorum.’ der. İhsan mektebinin müdavimi, talebesi, ibadetle ıslah ettiği nefsi, Allah’dan bir nefha (nefes) olan ruha arkadaş ederek bedende sulhu temin eder. Her istediğini yaptıran nefs-i emmareden, yaptığı hatayı kınayan nefs-i levvameden, işlemediği halde içinde isyana meyil olan nefs-i mülhimeden, tamamen günahlardan nefret duyan nefs-i mutmainneye ve kulun Allah’tan, Allah’ın da kulundan memnun olduğu nefs-i raziye ve merziyyeye gelinceye kadar devam eder hayırlı insanların seferi. Nefsi Kur’an’da haber verilen sınıflardan geçirdikten, rûhen de şu İlâhî seyahati gerçekleştirdikten sonra olgunlaşır kişi. Tâlib, zikrederek Hakk’m muhabbetine yürür (seyr ilallah), beden kaydından kurtulup İlâhî ahlak ile ahlaklanır, isim ve sıfatlarının tecellisine erişir (seyr fillah), ikilikten usanıp birlik hanına kavuşur, kendini Allah’ın aşkında yok eder (seyr maallah), Hakk’dan halka döner, ıslah ve irşat ile meşgul olur (seyr anillah makamına ulaşır) bu yolculukta. Bu yolculuk sayesinde sâlik Hakk’ı tanıyan, ârif kul bir olur.

Şeriat, tarikat yoldur varana

Hakikat, marifet andan içeri Yunus

Sâdık kul dînin zâhiri, dış yönüne ait kaide ve kurallarına, inanç, ibadet ve ahlak esaslarına uyarak Şeriati; batmî, iç hukuk kurallarına uyarak, eli dili ve namusu muhafaza ederek, Allah’ın haram kıldıklarından kaçarak tarikati; kalbinden Hakk’ın dışında bütün arzu ve istekleri atarak marifeti yerine getirir ve eşi ve benzeri olmayan Rabbimize tamamen teslim olarak hakikate sefer yapar. Âşık kul ibâdet ve taatle, takva ve verâ’ ile, harama düşerim korkusuyla helalde bile çok dikkatli davranmakla tarîk-i ahyâra, riyazet ve çilelerle, nefsine yaptığı darbelerle tarîk-ı ebrâra, Allah (c.c.)’a kavuşmaya vesile olan aşk ve muhabbetle tarîk-ı şuttara ulaşır iç âleminde seyahatiyle. Her ânını gözeterek vaktini zikirle, fikirle geçirip, yola ilk kadem, ayak basan talip; Allah’ın aşkına erişerek orta halli, mutavassıt, alıp verdiği her nefese, yediği-içtiği her lokmaya, Sâdık kul dînin zâhiri, dış yönüne ait kaide ve kurallarına, inanç, ibadet ve ahlak esaslarına uyarak Şeriati; batmî, iç hukuk kurallarına uyarak, eli dili ve namusu muhafaza ederek, Allah’ın haram kıldıklarından kaçarak tarikati; kalbinden Hakk’ın dışında bütün arzu ve istekleri atarak marifeti yerine getirir ve eşi ve benzeri olmayan Rabbimize tamamen teslim olarak hakikate sefer yapar. Âşık kul ibâdet ve taatle, takva ve verâ’ ile, harama düşerim korkusuyla helalde bile çok dikkatli davranmakla tarîk-i ahyâra, riyazet ve çilelerle, nefsine yaptığı darbelerle tarîk-ı ebrâra, Allah (c.c.)’a kavuşmaya vesile olan aşk ve muhabbetle tarîk-ı şuttara ulaşır iç âleminde seyahatiyle. Her ânını gözeterek vaktini zikirle, fikirle geçirip, yola ilk kadem, ayak basan talip; Allah’ın aşkına erişerek orta halli, mutavassıt, alıp verdiği her nefese, yediği-içtiği her lokmaya, attığı her adıma dikkat ederek, huzura nail olan mürîd de en son merhaleye yürüyerek müntehi, vâsıl-ı ilallah olarak, Allah’a kavuşur. ‘Bu makama erişenler için, Hak’dan gayri alman her nefes, cehennem ateşinden daha zordur.’ buyurur Bâyezid-i Bestamî (k.s.). îman gibi bir nimetin, Allah’ın azametinden titremek gibi haşyetin, O’na dönmek, inabe, zikir ve takvanın, huzur ve selametin merkezi olan kalp âleminde sefer yapalım gelin. Bu yolculuk, İbrahim (a.s.)’in: ‘Ben Rabbime gidiyorum.’ (Sâffat: 99) sözündeki sırdır. Hak ve hakikati inkar eden, ‘Kalpleri mühürlenmiştir; artık onlar (hakkı) anlamazlar.’ buyrulan (Münafikûn: 3) ölü kalpten, her türlü isyanla berbat olan, tövbe ile, nedametle, göz yaşı ve âh u vahlarla tedavi edilmedikçe kişiyi ölüme götüren: ‘Kalplerinde bir hastalık vardır, (keyfine,

zevkine, şehvetine düşkündür) Allah da hastalıklarını artırmıştır.’ (Bakara: 10) ihtarına maruz kalan hasta kalpten, ibadetlerde tembel, taatlerde zevksiz, aşksız muhabbetsiz, fena arzularının peşinden giden: ‘Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi-gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme.’ (Kehf: 28) tehdidine muhatap olan gafil kalpten, Mevlâ’yı andıkça içi yanan, İlâhî şevkle gözünden yaş döken, huzurlu bir hayata kavuşan: ‘Rabblerinden korkanların derileri ondan ürperir! Sonra derileri de, kalpleri de Allah’ın zikrine yumuşar.’ (Zümer: 23) müjdesine nail olan sağlam bir kalbe; nefsiyle, ruhuyla, malıyla, canıyla Allah’a teslim olup: ‘Va’d olunan cennet: Rahman’dan korkan ve Allah’a yönelmiş kalp ile gelen kimselere mahsustur.’ (Kâf: 33) ayetiyle mesrûr ve bahtiyar olan diri kalbe erişerek mesud olur bahtiyar kul.

Hırkasının altında on sekiz bin âlem seyredilen çoban Veysel Karânî gibi; nefsinin yedi sınıfını, ruhunun beş merhalesini, sırrının da altı mertebesini geçen, her konağın kendi arasında biner hicabını da aşan sâlik, enfüste, iç âleminde on sekiz, âfakta, dışta da on sekiz bin âlemin dilinde zikrederek Allah’ı, Vahdet deryasında kaybolur. Denize akan Seyhan, Ceyhan, Nil ve Fırat nehirlerinin isim ve cisminden eser kalmadığı gibi Hakk’ın dostları da manevi âlemde yaptığı seyr ü seferle Allah’ın dışında her şeyden âzâde olur, her nereye baksa Mevlâ’yı görür.

Seyyid Nûr Muhammed Bedvânî (k.s.) (V. 1135), Allah’ın arşına kalbini açar, doya doya Hakk’m feyzini içerdi. Murakabenin çokluğundan beli ikiye katlanmış halde idi. Mevlâ’nın aşkından öyle coşar, taşardı ki, İlâhî tecellî ve Cemâlini Rabbimizin seyirle on beş sene mest ü hayran kalmıştır. Münacatında Bâyezid-i Bestâmî (k.s.): ‘Ya Rabb! Daha ne zamana kadar Senlik benlik olacak, benliğimi aradan çıkar ben de hiç olayım.’ der. ‘Onlara hem âfakta (kendi dışlarmdaki âlemde), hem de kendi nefislerinde delillerimizi göstereceğiz’ (Mü’min: 53). Bütün âlem insan oğlunun gönlündedir. Bedîüzzaman Saîd Nursî (r.h.a.) nin ifadesiyle insan, Allah’ın isimlerini gösteren bir mühürdür. Nasıl seyahat edeceğimizi Rabbimiz ne güzel haber veriyor Kitâb-ı Kerîm’inde: ‘İşte gerçekten şunu bil ki, Allah’tan başka İlâh yoktur! Hem kendi günahın için, hem de mümin erkeklerle mümin kadınlar için (Allah’tan) mağfiret dile! Allah, (dünyada) ı gezip dolaştığınız yeri de, (âhirette) kalacağmız yeri de bilir.

[toggle title=”Yazar Hakkında” state=”open” ]YAZAR – İlahiyatçı Yazar Ali Ramazan DİNÇ Hocaefendi[/toggle]

admin

Soru ve görüşleiriniz için İrtibat: fikiratlasi1@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.